Allah-u Zülcelal’in rızasını arayan kimsenin görevi, nefsini terbiye etmek suretiyle ıslah etmeye çalışmaktır.
Bazı müslümanlar: “Allah-u Zülcelal Ğafur’ur Rahimdir, nasıl olsa bizi af eder. ” diyerek aldanırlar ve görevlerini yerine getirmezler. Oysa Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede; “Ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et” (Hicr; 99) buyurmuştur. Bu ayet-i kerimeden de anlaşıldığına göre, insan son nefesini verinceye kadar, nefsi ile mücadele etmeli ve Allah-u ZülcelaTin emir ve ne- hiylerini yerine getirmek için gayret göstermelidir.
Her ne kadar ümit etmek güzel bir hal ise de, hiçbir şey yapmadan sadece ümit etmek çok yanlıştır. Çünkü Allah-u Zülcelal başka bir ayet-i kerimede; “İnsan için çalışıp kazandığından başka bir şey yoktur. ” (Necm;39) buyurmuştur.
Akıllı kimse, nefsini hakir görüp ölümden sonrası için çalışan kimsedir. Aciz kimseyse, nefsinin arzu ve isteklerine uyan, sonra da Allah-u Zülcelal’in rahmetini ümit edendir.
Maalesef kendimize çok yabancıyız. Halbuki Allah-u Zülcelal bize herşeyi inceden, inceye bildirmiştir. Biraz Allah-u Zülcelal’e yaklaşmanın yollarım aramamız lazımdır. Bu da ancak nefsimizi tanımakla mümkündür. Onun için daima bir nöbetçi gibi nefsimizi gözetlememiz lazımdır. Nitekim Hz. Ali radıyallahu anhu şöyle demiştir;
“Ben daima bir bekçi gibi nefsimi bekliyordum. Nasıl bir koyun sürüsü aç olduğunda, çevrede bulunan yeşilliklere yönelirse, benim nefsimde günahlara meyledip yönelir korkusuyla, onun başmda nöbetçi gibi bekliyordum. ”
Onun bu sözü bizim için ne güzel bir ilaçtır. Onlar Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerini ince ince yerine getirdikleri halde böyle davranıyorlardı.
Onlar böyle yaptıkları halde, bizim hiçbir şey yapmadan, sürekli olarak nefsin arzu ve isteklerinin peşinden gidip, sonra da Allah-u Zülcelal’in cennetini istememiz çok büyük bir hatadır. Her kim nefsini sever, onunla mücadele etmez ve ona güvenirse, bu o kimsenin Hinini bilmediğinin, nefsinin ne kadar büyük bir düşman olduğunun farkında olmamasının alametidir. Onun içindir ki; Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede; “O müminlerin çoğu (nefsin günaha meyilli olarak yaratıldığını) bilmiyorlar.” (Yunus; 13) buyurmuştur.
Bu ayet-i kerimenin ışığında, nefsimizin bize düşman olduğunu, şayet onunla mücadele etmezsek, bizi doğruca ateşe götüreceğini bilmemiz lazımdır.
Btı dünyada Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerini terkedip, uyanlarına rağmen, hesap gününü unutarak nefslerinin arzularına uyup, Allah-u Zülcelal’in dosdoğru ve saadete götüren yolundan aynlanlara, kıyamet gününde büyük ve çetin bir azap vardır. Allah-u Zülcelal nefsimize uymamamız ve ölünceye kadar onunla mücadele edip, terbiye etmemiz için bizi uyararak; “Allah’m yolundan sapanlara, hesap gününü unutmaları yüzünden şiddetli bir azap vardır. ” (Sa’d; 26) buyurmuştur.
Bütün kötülüklerin başı, nefsin isteklerine uymaktır. Onun için İmam-ı Şafi şöyle demiştir; “Önünüze gelen iki işten hangisi doğru hangisi yanlış diye karar veremediğiniz zaman, nefsinizin meyletmiş olduğu işin tersini yapm. Çünkü nefis, insanı daima kötülüğe teşvik eder.”
Çakmak taşında ateş nasıl gizli ise, nefsin istekleri de kalpte öyle gizlidir. Kim ki dünyaya nefsinin gözüyle bakarsa, daha dünyadayken kendi ateşini kendi eliyle tutuşturmuş demektir. Onun için nefsimiz bizden bir şey istediği zaman:
“Ey nefsim! Sen başka insanların küçük kusurlarına bakarak, güya daha fazla azmasınlar diye, onları azarlıyorsun ama kendini unutuyorsun. Oysa ıslah olmak ve Allah-u Zülcelal’in rızasına giden cennet yolunda bir mesafe katedebilmek için çaba göstermen lazımdır. Çünkü yaptığın hata ve günahlar ahiretini mahvediyor, gittiğin yoldan seni geri bırakıyor. Böyle düşünürsen, baki olan ahiret nimetlerini, kaybetmenin, geçici olan dünya hayatında kısa bir süre rahat etmekten daha tehlikeli olduğunu görürsün.” diye ona seslenmemiz gerekmektedir.
KAYNAK: Cennet Yolunun Rehberi /Seyda Muhammed Konyevi