Tasavvufu, yine kendi terimleriyle şöyle tarif edebiliriz. Ebedî saadete ulaşmak amacıyla, zâhirin ve batının tamir; ahlakın tasfiye ve nefsin tezkiye hallerini içine alan, mânevi bir ilimdir.
Tasavvufun genel tanımı ise şudur: İslam dininin getirdiği hükümlerin, müslüman kimseler tarafından, zahirî ve bâtmî yönleriyle birlikte, ruhsatlardan faydalanmaksızın, azimet ve takva üzere tatbik edilmesidir.
Tasavvuf rûhî bir hayat olduğu için hakikatte; bizzat yaşamak, hissetmek ve halleriyle hemhal olmak suretiyle anlaşılabilir ve anlatılabilir.
Tasavvuf kitaplarmda rastladığımız farklı anlatımlar ve izah tarzlarının asıl sebebi de budur. İslam âlimleri, kendi rûhî, manevî hayatlarına göre tasavvufu tarif ederken; bazıları bidayet (başlangıç) halleriyle, bazıları nihayet halleriyle, kimi zaman alametleriyle, kimi zaman da asıl ve esaslarına göre tarif etmişlerdir.
Her ne kadar farklı izah tarzlarıyla karşılaşsak da ifade edilmek istenen manada birleşmektedirler. Hakikatte tasavvuf; Allah-u Zülcelâl’in istediği mümin sıfatlarına bürünmek ve Allah-u Zülcelâl’in azim bir ahlak ile ahlaklandırdığı, Peygamber sallallâhu aleyhi vesellemin ahlakı ile ahlaklanmaya çalışmaktır.
“Tasavvuf öyle bir ilimdir ki batıl onun ne ardından gelebilir, ne de önüne geçebilir. Onun ne önünde, ne de ardında hiç bir eğrilik yoktur. Çünkü tasavvuf, nübüvvet kandilinden alınmış bir nurdur. Nübüvvetin ötesinde ise bizim için alınacak bir nur yoktur.”