Ana Sayfa / ALLAH DOSTLARI / Hz. Selman-ı Farisî -radıyallahu anhu-

Hz. Selman-ı Farisî -radıyallahu anhu-

Hz. Selman-ı Farisî -radıyallahu anhu-

Hz. Selman-ı Farisi radıyallahu anlıu Medine’de köle olarak bulunan, İran asdlı bir kimse olduğu halde sahabe­nin seçkinleri arasına girmiştir. Selman-ı Pak, Selman’ul- Hâkim, Selman’ul Hayr gibi isimlerle de anılmıştır.

Hz. Selman’ın Müslüman olmadan önceki ismi, Mabab b. Buzahşan’dır. Müslüman olduktan sonra Selman ismi­ni almıştır. Ona nesebi sorulduğu zaman; “Ben; Selman b. İslam’ım” demiştir. (İbn-i Sa’d Tabakât’ul-Kübra, Beyrut c. IV, s. 75)

Hak dini aramak için yola çıkıp Peygamberimiz sallal- lahu aleyhi ve selemle kavuşana kadar çok zahmetler çek­miştir. Peygamberimize kavuştuğu zaman da ona halis bir sahabe olmuş, onun yolunda nefsini feda etmiştir,

Peygamber aleyhissalatu vesselam da ondaki bu üstün yaratılışı görünce onu kendisine çok yaklaştırmıştır. Riva­yetlere göre o Peygamberimizin saadethanesinin sanki hane halkından biri gibidir. Resûlullah aleyhisselatu vesselam ile hususi sohbetler etme imtiyazına erişmiştir. Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Cennet üç kişiyi özler. Ali, Ammar ve Selman.” (Tirmizi, Menâhb, 34)

Hayatı

Kendisi aslen îsfahan’liydı. Selman-ı Farisî’nin babası İranlı ateşe tapan bir köy ağası idi. Oğlunu da mabedle- rindeki ateşi korumakla vazifelendirmişfi. Bir gün babası onu bir iş için gönderince Selman’m yolu bir kiliseye düştü ve bu dinin kaynağını öğrenmeye çalıştı. Hıristiyanlar ona Suriye’ye gitmesini tavsiye ettiler.

Babası onun Hıristiyanlıkla ilgilendiğini öğrenince ayaklarından bağlayarak onu eve hapsettiği halde o kaçtı ve bir kervana katılarak Suriye’ye gitti. Burada çeşitli ra­hiplerin hizmetine girip Hıristiyanlığın esaslarını öğren­meye başladı. Salih bir rahip ona;

“Son Peygamberin gelmesi yakındır. O, İbrahim’in dini üzere gönderilecektir. O, hediyeyi kabul eder, sadakayı ka­bul etmez. İki omuzu arasında da nübüvvet mührü bulun­maktadır.” (Ahmed b. Hanbel, V, 442-443) Diyerek, onu bulup dinine tabi olmasını tavsiye etti.

Bunun üzerine tekrar yollara düşen S elman radıyal- lahu anhu, bir kervancının ihanetine uğrayıp köle olarak ‘ Medine’deki bir Yahudi’ye satıldı. Resûlullah aleyhisselatu vesselam Medine’ye hicret ettiğinde hurma bahçelerinde çalışıyordu. Ahir zaman Nebisinin Medine’ye hicretini du­yunca “Müjdelenen Peygamber o mudur?” diye araştırmak için etrafında dolaşıp alametleri araştırmaya başladı.

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem onun niyetini anlayıp ridasım omuzlarından indirince Selman sırtındaki nübüvvet mührünü gördü ve ağlayarak onu öpmeye koştu.

Resûlullah aleyhisselatu vesselam onu yanına oturta­rak halini sordu. Selman radıyallahu anhu bir tercüman vasıtasıyla başından geçenleri anlattığı zaman, Ashab-ı Ki­ram hayretler içerisinde dinlediler.

Selman radıyallahu anhu Yahudi efendisine giderek kölelikten kurtulmak için bir anlaşma yaptı. Anlaşmasına göre üç yüz hurma fidanı temin edip dikmesi gerekiyordu. Resûlullah aleyhisselatu vesselam ashabına: “Kardeşinize yardım edin,” buyurunca sahabiler yardıma koştular, böy- lece hürriyetine kavuştu.

“O Ehl-i Beytimdendir”

Selman radıyallahu anhu Hendek savaşı öncesinde Medine’nin savunulması konusunda yapılan istişareler esnasında Allah Resulüne hendek kazmayı teklif etti. Bu görüş Resûlullah tarafından uygun bulundu ve derhal hen­değin kazılması için faaliyete geçildi. Hendek sayesinde, kalabalık müşrik ordusunun Medine’yi işgal edilip yağma­laması önlendi.

Ensar grubu, Selman radıyallahu anhuyu sahiplene­rek, “Selman bizdendir,” dediler. Bunun üzerine muhacir­ler; “Hayır Selman bizdendir” demeye başladılar. Bunu du­yan Resûlullah; “Selman bizdendir. O Ehl-i Beytimdendir,” diyerek onun kıymetini ifade etti. (Taberi, Tarih, II, 566)

Selman radıyallahu anhu daha sonraki bütün savaşlar­da Resûlullah ile birlikte bulundu. Taif kuşatmasında kale­den atılan oklardan korunmaya yarayan Debbabe isimli bir savunma aracı geliştirerek faydalı oldu.

Hz. Ömer devrinde İslâm ordusu İran’ın fethi için harekete geçtiği zaman Hz. Selman da bu orduya katıldı. İranlılar, Kadisiye yenilgisinden sonra Medain’de toplan­mışlardı. O, surun önüne geldiği zaman, İslam’ın emrettiği şekilde onları üç defa müslüman olmaya, kabul etmezlerse cizye ödemeye davet etti. Üç günlük muhasara esnasında kavmini teslim olmaya ikna etti.

İlim ve Hikmet Pınarı

Hz. Selman ilim, fazilet ve zühd bakımından Ashabın en önde gelen simalarından birisiydi.

Ebu Cuheyfe radıyallahu anhu anlatıyor: Resulullah aleyhissalatu vesselam, Selman’la Ebu’d-Derda radıyalla- hu anhumayı kardeşlemişti. Selman bir defasında Ebu’d- Derda’yı ziyaret etti. Evde, Ebu’d-Derda’nın hanımım dü­şük bir kıyafet içinde buldu. “Bu halin ne?” diye sordu, kadın: “Kardeşiniz, Ebu’d-Derda’nın dünya ile alakası kal­madı.” diye açıkladı.

Ebu’d-Derda geldi ve Selman radıyallahu anhuya ye­mek getirerek: “Buyur, ye!” dedi ve ilave etti: “Ben orucum!” Selman: “Hayır sen yemezsen ben de yemem” dedi. Bera­ber yediler. Akşam olunca Ebu’d-Derda (Selman’dan gece namazı için) müsaade istediyse de, Selman: “Uyu” dedi. Beraber uyudular. Bir müddet sonra Ebu’d-Derda namaza kalkmak istedi. Selman tekrar: “Uyu!” dedi. Uyudular. Ge­cenin sonuna doğru Selman “Şimdi kalk!” dedi. Kalkıp be­raber namaz kıldılar. Sonra Selman şu nasihatte bulundu: “Senin üzerinde Rabbinin hakkı var, nefsinin hakkı var, ehlinin de hakkı var. Her hak sahibine hakkını ver.” Erte­si gün Ebu’d-Derda, durumu Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselama anlattı. Rasulullah; “Selman doğru söylemiş” buyurdu. (Buhari, Edeb, 86)

Hz. Selman, Hz. Ebubekir radıyallahu anhu devrinde onun yanından ayrılmadı. Ebu Hüreyre, İbn-i Abbas ve Ebu Said el Hudri radıyallahu anhum gibi hadis ravileri ondan hadis rivayet etmiştir. Altın silsilenin dördüncü halkası ve fıkıh âlimlerinin öncüsü, Fukaha-ı Seb’adan sayılan Kasım bin Muhammed rahmetullahi aleyh ondan feyz alarak ye­tişmiştir.

“İlim Süreyya Yıldızında Olsa…”

Hz. Selman’m altın silsilede Hz. Ebubekir radıyalla- hu anhunun halifesi olması, tasavvuf yoluna has incelik­lerdendir. Sahabenin arasında Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemin kavminden ve hatta akrabası olan birçok faziletli şahıs vardı, fakat bu vazife Selman radıyallahu an- huya nasip oldu. Çünkü bu işte aslolan soy sop, kavim de­ğil, istidat ve nasiptir.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemin Selman hakkında “Ehl-i Beyt’imdendir.” buyurmuş olması da buna işarettir. Allah Resulünün asıl varisleri kan bağıyla soyun­dan olanlar değil, manevi mirasına sahip çıkanlardır.

Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anhu anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şu ayeti okumuştu: “Eğer yüz çe­virirseniz, O, sizin yerinize başka bir topluluk getirir ki, onlar sizin gibi Allah’a itaatsizlik etmezler…” (Muhammed, 328). (Orada bulunanlar): “Bizim yerimize kimler getirilebi­lir?” dediler. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Selman-ı Farisi’nin omuzuna vurdu, sonra da: “Bu ve bunun kavmi!” deyip sözüne devam etti: “Ruhum elinde olan Rab Teâla’ya yemin olsun! Eğer ilim, Süreyya yıldızına asılmış olsa Faris’ten (yetişecek bir kısım) kimseler ona yine de ulaşır­lar.” (Tirmizi, Tefsir, Muhammed, 3256, 3257)

Nitekim Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemin işaret ettiği gibi olmuş, İslamiyet Fars ve Türkmen illerin­de yayılınca buralarda çok sayıda İslam bilginleri ve Allah dostları yetişmiştir.

Selman-ı Farisi de manevi tesiriyle İslamiyet’in ve daha sonra tasavvufun bu memleketlerde yaygınlaşmasına vesi­le olmuştur.

Zühdü

Hz. Ebubekir vefat etmeden evvel Selman-ı Farisi onun yanma varıp nasihat istemişti. Hz. Ebubekir ona tasavvuf yolunun ilk düsturlarından olan zühdü tavsiye etti ve dedi ki: “Yakında Allah azze ve celle sizin önünüze dünya ni­metlerini serecek. Ondan ancak ihtiyacın kadarını al.”

Selman-ı Farisi onun tavsiyesini yerine getirdi. Daha sonra vali olduğu zaman bile bir elbise ile yetindi. Onu gece örtünür gündüz giyinirdi.

Tevazusu

Hz. Ömer tarafından Medayin’de valilikle vazifelen­dirildi. Şehrin valisi olduğu anlaşılmayacak derecede mü­tevazı idi. Bilmeyenler onu hamal zannedip yük taşıtmh. Vali olduğunu anladıkları zaman özür dileyip yükü elin­den almak isteseler tevazuundan dolayı vermez^ gideceği yere kadar götürürdü* >

Selman-ı Farisi radıyallahu anhuya; “Neden yeni elbi­se giymezsin?” diye sorduklarında; “Ben bir köleyim, azad edildiğim vakit giyerim.” derdi. Selman-ı Farisi radıyallahu anhu ahiretteki azaptan azad olmayı kasdetmiştir. (İmam-ı Gazali, İhya, c. 3, Kibir)

Bir gün birisi Selman-ı Farisi radıyallahu anhuya kötü sözler söyledi. Selman-ı Farisi radıyallahu anhu: “Şayet benim günahlarım ağır ve sevaplarım az olursa, senin de­diğinden de daha kötüyüm. Şayet sevaplarım ağır gelirse, senin söylediklerinden de bana bir zarar gelmez.” dedi. (.İmam-ı Gazûlî, Kimyû-ı Saadet, s. 458)

Bir gün Kureyşliler, asaletleri ile övünmeye başladılar.

bunları dinleyen Selman-ı Farisi radıyallahu anhu: “Benim övünecek bir tarafım yok, çünkü nutfeden yaratıldım. So­nunda da kokmuş bir leş haline geleceğim. Sonra da kıya­met günü terazi başına gideceğim. Sevabım ağır gelirse iyi insanım, günahım ağır gelirse kötü insanım.” dedi. (İmam-ı GazâJî, İhya, c.3, s.1951)

Sözleri

Selman-ı Farisi radıyallahu anhu bir defasında şöy­le buyurdu; “Mü’min, doktoru yanında olein bir hastaya benzer. Doktoru ona yarayanı ve yaramayanı bilir. Hasta, kendine zararlı olan bir şeyi isterse mani olur ve “yersen ölürsün” der. Mü’minin hali budur. O birçok şeyi arzular, ama Allah-u Teâlâ mani olur, ta ölünceye kadar. Sonra cen­nete girer.”

Selman-ı Farisi radıyallahu anhu derdi ki; “Üç şey beni hayrete düşürdü ve hatta güldürdü. Bunlar, ölüm kendisi­ni yakalamak üzere olduğu halde dünyalık peşinde olan, unutulmadığı halde kendisi gaflette bulunan, Rabbi ken­disinden razı olup olmadığmı bilmediği halde ağız dolusu gülenlerdir. Üç şeyde beni üzdü hatta ağlattı. Bunlar da Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ve onun mensubu gibi dostların ayrılığı, kıyametin dehşeti, cennet veya ce­henneme gitme düşüncesidir.”

Selman-ı Farisi radıyallahu anhunun kalplere şifa olan sözlerinden bazıları şunlardır; “Kul Hakka tam itaat ederse, Hakk da onun istediğini muhakkak verir.”

Hz. Selman, Hicri 36 yılında Medain’de vefat etmiştir. Selman-ı Farisi radıyallahu anhu, Silsile-i Aliyye’de ema­neti, Hz. Ebu Bekir sıddık radıyallahu anhudan almıştır…

Allah-u Teâlâ ondan razı olsun.

KAYNAK: Cennet Yolunun Rehberi /Seyda Muhammed Konyevi

Bunu biliyor muydunuz?

Ya’kub-i Çerhil -rahmetullahi aleyhi-

Ya’kub-i Çerhîl-rahmetullahi aleyhi- Hem zahir hem batın ilimlerine vakıf, tefsir ilmine ça­lışmış, eserler bırakmış bir ...

Bir Cevap Yazın

Araç çubuğuna atla