Abdülhâlık-ı Gücdevânî-rahmetullahi aleyhi-
Abdülhâlık-ı Gücdevânî rahmetullahi aleyhi, Nakşibendî yolunda zikir usullerine bir düzen getiren mürşid-i kâmildir. Nakşibendî yolunun ilk sekiz esasini o tesis etmişim Farsça’da hoca manasına gelen “Hâce” ünva- nmm kullanılması onunla başlamıştır. Nakşibendî yolunda Gucdûvanî’den Muhammed Bahaeddin Nakşbend’e kadar olan meşayıha “Tarîk-ı Hâcegan” denilmiştir.
Hayatı
Abdülhâlık-ı Gücdevânî rahmetullahi aleyhi, Buhara’nm Gücdevan beldesinde doğdu. Babası Abdulce- mil isminde ârif ve âlim bir zattı. İmam-ı Malik Hazretlerinin neslinden olup, Hızır aleyhisselam ile görüşüp sohbet ederlerdi. Bir gün Hızır aleyhisselam kendisine ¿¿‘Ev Ab- dulcemil! Senin salih bir erkek evladın olacak. İsmini Ab- dulhalık koyarsın.” buyurdular.
Abdulcemil bu konuşmadan kısa bir zaman sonra Buhara’ya göçtü ve Gücdevan kasabasına yerleşti; Çok geçmeden Hızır aleyhisselamm buyurduğu gibi bir erkek evlada sahip oldu. İsmini Abdulhalık koydu.
Reşahat kitabında anlatıldığına göre: Abdülhâlık-ı Gücdevânî rahmetullahi aleyh beş yaşma geldiğinde ilim öğrenmesi için Buhara’ya gönderildi. Zamanın büyük âlimi Hâce Sadrettin Hazretlerinden Kur’an-ı Kerim ve tefsirini öğrenmeye başladı. Bir gün okuma esnasında; “Rabbinize tazarru’ ederek, (boyun büküp, yalvararak) gizli dua ediniz.” (A’raf; 55)
Mealindaki ayet-i kerime’ye gelince Abdülhâlık-ı Gücdevânî rahmetullahi aleyhi hocasına; “Hocam! Bu gizliden murad edilen nedir? Kalp ile yapılan zikrin aslı ne- leyjjj dir? Eğer zikir ve dua, aşikâr, sesli bir şekilde dil ile olursa stiiej riya’dan korkulur. Araya riya girerse, layık olduğu şekilde ^ zikredilmemiş olur.
Ünva- Şayet kalb ile zikretsem; “Şeytan insanın damarlarm-
lunda da kan gibi dolaşır.” (Ebu Davut, Sünnet, 18) hadis-i şerifi kadaı gereğince, şeytan bu zikri duyar. Ne yapacağımı bilemiyorum. Bu müşkülümü hallediniz.” diye arz etti.
Hocası, zamanının büyük âlimlerinden Hace Sadred- din Hazretleri, bu yaştaki bir çocuğun kendisinin bile anlayamadığı böyle bir sual sormasma hayran kaldı ve cevap leybl olarak; “Evladım! Bu mesele kalp ilimlerinin konusudur, lıılcfr Allah-u Teâlâ nasip ederse, sana bu ilimleri öğretebilecek bir üstad’a kavuşturur. Kalb ile zikri ondan öğrenirsin. Böy- 0jjbd İece bu müşkülün halledilmiş olur.” buyurdu.
Hace Abdülhâlık, hocasınm bu sözünden sonra Allah’ın kendisine bir mürşide yöneltmesini bekler olmuştu. Reşa- hatte kendisinden nakledildiğine göre Hızır aleyhisselam ona Maveraünnehir’de Hâce Yusuf-i Hemedânî hazretleri- * ne gitmesini bildirdi. Abdulhalık Gücdevânî rahmetullahi j aleyh şeyhinin sohbetinden istifadeyle yetişti ve kalbi zikir j metodunu sis-temleştirdi. Bu hususta kendileri şöyle anla* “l tırlar; .
“On iki yaşında idim. Hızır aleyhisselam bana Yusuf-u ] Hamedânî rahmetullahi aleyhiden ilim öğrenmemi tavsi- ye buyurdular. Bu sırada onun Buhara’ya geldiğini işiterek derhal yanma gittim. Ondan pek çok istifadelere kavuştum.”
Bir rivayete göre nefy-i isbat zikrini keddİsiüe Hızır j aleyhisselam öğretti. Babasının da rehberi <|>lan Hızır aleyhisselam onu evladlığa kabul etmişti ve ona “vukuf-i adedi” ile “hafi zikri” tâlim etti
Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin Sevr mağarasında Hz. Ebu Bekir radıyallahu anhuya Öğrettiği gizli zikir ı usulü Abdülhalık Gücdevânî ile yeniden ihya edilmiş oldu. Böylece Abdülhâlık-ı Gücdevânî rahmetullahi aleyhinin sohbette üstadı Yusuf-u Hemedani rahmetullahi aleyh, zikir tâlim hocası da Hızır aleyhisselam oldu.
Abdülhâlık rahmetullahi aleyhi gerek Hızır aleyhisselam ve gerekse Yusuf-u Hemedani rahmetullahi aleyhinin tahsil ve terbiyesi altında zamanının bir tanesi oldu. İnsanlar dünyanın dört bir yanından kafileler* halinde ondan istifade etmek için gelmeye başladılar.
İslam memleketlerinden bazılarını dolaşan Hâce Abdülhâlık-ı Gücdevânî rahmetullahi aleyh, bir ara Şam’da da ikamet etti. Daha sağlığında ünü, İslâm memleketlerinin her tarafına yayıldı. Böylece Üveysî yolla kendisine mürid olan Şah-i Nakşibend hazretlerinden evvel Hâcegan yolunun esaslarını belirlemiş oldu.
Üveysi’nin manasım Şeyh Attar şöyle tarif etmiştir; “Evliyaullah’tan bir kısmı vardır ki, tarikat şeyhleri ve hakikat büyükleri onlara Üveysîler admı verirler. Onlann zahirde bir Pîr’e, Şeyh’e ihtiyaçları yoktur. Çünkü Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellâûı başka bir yolla onları kendi lütuf dairelerinde yetiştirir. Tıpkı Veysel Kar’ani’yi yetiştirdiği gibi…”
“Gelin Zünnarlanmızı Keselim”
Abdülhâlık-ı Gücdevânî rahmetullahi aleyhi, bir Aşure günü talebelerine derste velilik hallerini anlatıyordu. Müslüman kıyafetinde olan bir genç içeri girip, talebelerin araşma oturdu. Bir müddet sohbetini dinledikten sonra söz isteyerek; “Efendim! Resulullah sallallahu aleyhi vesellem; “Mü’minin ferasetinden korkunuz. Çünkü o Allah’ın nuru ile bakar.” (Timizi) buyuruyor^ Bu hadis-i şerifin sırrı nedir?3” diye sordu
Abdülhâlık-ı Gücdevânî rahmetullahi aleyh o gence heybetle nazar ettikten sonra; “Öyleyse belindeki zünnan (Hıristiyanların ibadette bellerine bağladıkları ve ucunda hac asılı olan parmak kalınlığındaki yuvarlak ipi) kes de ilhana gel!” dedi.
Abdülhâlık-ı Gücdevânî rahmetullahi aleyhinin bu sözleri oradakiler üzerinde şok etkisi yaptı, Genç telaşla; “Hâşâ! Yemin ederim bende böylejıir şey yok!” diye söylendi.
O zaman Abdülhâlık-ı Gücdevânî rahmetullahi aleyh talebelerinden birine gencin hırkasını çıkarmasını işaret etti. Talebe o gencin üzerindeki hırkasını çıkarınca, belinde düğüm düğüm zünnar bağlı olduğu görüldü.
Bu hadise karşısında genç çok mahcup oldu. Ne ya- *j pacağını şaşırdı. Kalbinde İslamiyet’e karşı bir sevgi meydana geldi. Abdülhâlık-ı Gücdev&nî rahmetullahi aleyhiye I muhabbet ve sevgi duymaya başladı. Böylece evliyanın, fi Allah-u TeAlâ’nın nuruyla baktığının ne demek olduğunu çok iyi anladı. Kelime-i şahadet getirerek mûslüman d- makla şereflendi ve onun sadık talebelerinden oldu.
Abdulhalık-ı Gücdevânî rahmetullahi aleyh etrafındakilere dönerek şöyle buyurdu; “Ey dostlar! Gelin bizde ahde uyâlim, zünnanmızı keselim. İman edelim. Şöyle ki; bu genç maddi zünnan kesti, bizde kalbe ait zünnan keselim. O da kibir ve gururdur. Bu genç af dileyenlerden oldu, bizde affa kavuş&lım.”
Talebeleri bir anda Abdülhâlık-ı Gücdev&nî rahmetullahi aleyhinin gönül yaralarına sunulan şifa şerbetini içtiler ve tövbelerini yenilediler. Böylece kalplerinin Allah-u Tefllâ’dan başka bir şeye bağlılıkları kalmadı… i
Duanın Kabulü İçin
Bir gün Abdülh&lık-ı Gücdevânî rahmetullahi aleyhinin misafirlerinden bir tanesi; “Efendim! Son nefeste iman selameti ile gidebilmemiz için bize dua buyurur musunuz?” diye niyazda bulundu. Bunun üzerine Abdulhalık-ı Gücdev&nî rahmetullahi aleyh:
“Her kim farzları eda ettikten sonra dua ederse, duası kabul olur. Sen, farz olan ibadeti yaptıktan sonra dua ederken bizi hatırlarsan, bizde seni hatırlarız. Bu durum hem senin, hem de bizim için duanın kabul olmasına vesile olur.” buyurdu.
Abdülhâlık-ı Gücdevânî rahmetuüahi aleyh bugün Nakşibendiğin prensibleri diye bilinen on bir temel düsturu da ortaya koydu. Bu prensiplerin esası; “Kalbe gelip onu meşgul eden herşeyi oradan çıkarıp atmak ve onu daima Allah-u Teâlâ ile meşgul hale getirmek”tir.
Nakşibendî Yolunun Esasları
Nakşibendiyye’nin onbir temel prensibinin ilk sekizini Abdülhâlık-ı Gücdevânî ortaya koymuştur. Bunlar:
Halvet der encümen: Yani, Zâhirde halkla, bâtmda Hakk’le beraberlik.
Halvet Allah azze ve celle ile baş başa, yalnız olmak demektir. Sufi yalnız kaldığı zaman Allah-u Zülcelal’i zikretmeye, her an onu görüyormuş gibi olmaya muvaffak olabilir. Ama İslam dini Müslümana topluma karışıp bir takım vazifeler icra etmesini de emretmektedir. O zaman ne olacak?,:
İşte “halvet der encümen”, toplum içindeyken de Allah ile baş başa gibi olmak, kulluk şuurunu kaybetmemek demektir. İnsanlar araşma karıştığın zaman ibadet şuurunu, ihlâsmı devam ettirebilmek, Müslüman ahlakını muhafaza edebilmek demektir.
Şâh-ı Nakşibend hazretleri, nakşîliğin temelinin Ab- dulhalık Gucdevanî’nin tesis ettiği, “halvet der encümen” esası olduğunu belirtmiştir.
Nakşibendiyye’de insanlardan uzaklaşıp, dağ başında ibadet etmeye rağbet edilmez. Şah-ı Nakşibend hazretleri, bu esası açıklarken; “halvette şöhret, şöhrette ise afet vardır” demiştir.
Tasavvuf yolunda sünnete uymayı en önemli şiar kabul eden Nakşî tarikatı, Peygamberimiz aleyhissalatu vesselamın yolu olan sohbeti ve halkın içine karışarak onlara hizmet etme ve eziyetlerine katlanmayı tercih eder.
Kısacası, Nakşî yolunun esası Hak için halka hizmetir. ^
“Öyle kimseler vardır ki, onları ne bir ticaret ne de bir alış- ^ veriş Allah’ı zikretmekten alıkoymaz.” (Nur,37) ayet-İ keri* | mesi de bu hale işaret eder.
Hûşderdem: Yani, her nefeste uyanık olmak.
tn.ganin her yerde, her halükarda kulluk edebini Ve ih- ! | lasını koruyabilmesi için her nefeste huzurunu muhafaza etmesi; yani Allah-u Teâlâ’dan gafil olarak tek nefes bile almaması gerekir. Şâh-ı Nakşibend rahmetullahi aleyh de Abdulhalık Gucduvani rahmetullahi aleyhin Hızır aleyhisselamdM; i tâlim ettiği yolu izlemiştir. Nakşibendîliğin esasını açıklattı.
“Bu seyr-u sülük yolunda binayı nefes üzerine kim g mak gerekir.” buyurmuşlardır.
Dervişlik yölu vücuda giren her lokma gibi hatta hat nefesi bile gafletten uzak, uyanıklık içinde almaya dayanır.
Nazar ber kadem: Yani, bakışın ayaklara yönelmesi.
Nakşibendî yolu kalbin muhafazasına böyle önem ver^ diği için kalbin penceresi olan gözün muhafazasına da büyük ehemmiyet vermiştir. Kuşkusuz ki, gözün gördükleri kalbi meşgul eder, nazargâh-ı İlâhî olan gönülü havâtırın kaplamasına sebep olur.
Bu yolun talipleri kalabalıkta olsun tenhada olsun bakışlarını ayakucunda tutacaktır ki; hem harama bakmaktan, hem de kendisini alakadar etmeyen boş düşüncelere sevk edecek şeyleri görmekten korumuş olsun.
Böyle davranmak aynı zamanda Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin sünnetine de mutabaat etmektir. Zira Efendimiz de yolda yürürlerken sağa sola bakmazlardı.
Bakış ancak ibret almak ve tefekkür etmek niyetiyle Cenab-ı Hakkın sanatım seyretmeye yöneltilmelidir. Kişi gözünü muhafaza ederse artık baktığı her yerde Allah’ın Azamet tecellilerini görme derecesine erişir. O zaman helal dairesi içinde bakmasında bir mahzur kalmaz.
Sefer der vatan: Yani, vatanda sefer.
Vatanda sefer, tasavvuf yoluna giren kişinin iç âleminde yaşadığı yolculuğu, seyr-ü süluku ifade eder. Talip; kötü ahlaktan iyi ahlaka, nefsanî sıfatlarından sıyrılıp melekî sıfatlara, ruhun yurdu olan aslî vatana seyr-ü sülük halinde olmalıdır.
İbrahim aleyhisselâmm “Ben Rabbime gideceğim.” (Saffat, 99) ifadesi içten içe manevî bir seferi anlatır. Mür- şid aramak için girişilen maddi seferler de bu mânânın içindedir.
Tasavvuf yolunda sâliklere önce afakî seyr, yani dış yolculuk, mürşidini bulmak için, onun yanma varmak için yapılan maddi yolculuklar gerekebilir, fakat bu şart değil, dir. Tasavvuf yolcusunun asıl seferi, iç âlemde yaşanacak enfüsi bir yolculuk olan seyr-ü sülüktür.
Yâd kerd: Allah-u zülcelali tanımak (marifet), onu sevmek (muhabbet) ve onu görüyor gibi kulluk etmek (ihsan) yolunun yolcuları, bu yolda ancak bir şekilde ilerlerler: “Allah’ı çok zikrederek”
Yâd kerd, dil ve kalple beraber Allah azze ye celleyi zikretmektir. Bilhassa “Nefy-ü ispat” usulüyle Kelime-i tevhid zikri yapmak.
Allah azze ve cellenin huzurunda olduğunu hatırda tutarak, nefesini hapsedip, kalp ile bir nefeste yirmi bir veya yirmi üç adede kadar “la ilahe illallah” zikri okunur.
Bâz geşt: Gönülden her türlü düşünceyi çıkarmak
Zikrullahın kalbe yerleşip muhabbet ve yakınlığa vesile olması için Allah’ı zikrederken kalbe gelen hatıra ve her türlü düşünceyi kovmak, meşgul olmamak gerekir Çünkü gönülde Allah’tan başka şeylere dair düşünce ve alakalar bulunduğu sürece kalp Allah’ın zikriyle tatmine erişemez.
Yâd daşt: Her an Hakk’dan haberdar olmak.
Buraya kadar saydığımız usulle zikre devam eden talibin, murakaba mertebesine ulaşması ve her baktığı yerde Allah’ın birliğini seyreder hale gelmesidir.
Bunun için talibin lisanla belli sayıda Kelime-i tevhid’i zikretmesi ve böylece kalbinden gaflet ve masivaya dair düşünceleri çıkarması gerekir.
Nigah daşt: Kalp Allah’ın zikriyle tatmin olduktan sonra artık kalbin muhafaza edilmesi» Bunun için de yine her an havatırı uzaklaştırıp murakabe halinde bulunmak lazımdır. Kamil mürşidler bu durumu “Kalbin kapısında bekçilik etmek” diye özetlemişlerdir.
Abdulhalık Gucduvani rahmetullahi aleyhin beyan ettiği bu esaslara Şah-ı Nakşibend tarafmdna şu üs esas daha ilave edilmiştir.
Vukuf-u Zamanı: Zamanın Farkında Olmak –
Tasavvuf yolunun yolcusu içinde bulunduğu zamandan gafil olmamalı, ona sahip çıkmalı, kontrolü altında tutarak gafletle geçirdiyse, hemen tevbe etmeli, uyanıklıkla geçirdiyse de şükretmelidir.
Bu mesele üzerinde Şah-ı Nakşibend buyuruyorlar: “Müridin bütün uğraşma ve didinmelerini neticeye bağlayan ve onu muradına eriştirmekte en büyük müessirlerden biri olan «Vukuf-u Zamanî», insanın har an kendi halini bilmesi halinin şükrü mü, özrü mü gerektirdiğini anlaması demektir.
Yakup Çerhî: Bahaeddini Nakşibend Hazretleri, bize, kabz (sıkışma) halinde istiğfar; bast (genişleme) halinde de şükür ile emir buyurmuşlardır. îşte bu iki hale dikkat ve riayet «Vukuf-u Zamanî» dir. >
Tasavvuf büyükleri vukuf-u zamani esasını, nefsi murakabe ve muhasebesi olarak görmüşlerdir. Nefsini murakabe eden salik, ibadet ve zikir yolunda kusurunu görünce hemen tamamlamaya koşar.
Vukuf-u Adedi: Vird veya zikrin adedinin farkında olmak.
Nakşibendi yolu zikrin adedine riayete ehemmiyet vermiştir. Ancak bunda asıl maksat, kişinin çekmiş olduğu zikrin farkında olmasıdır. Sayıya riayet bilhassa kalp zikri sırasında kalbi gaflete dalıp gitmekten korumak için fay- ^ dalıdır.
Allah-u Zülcelâl’in huzurunda olma şuuru ve mane- ) vi beraberlik ancak kalbi cem etmekle, yani dikkatini zikir 1 üzere toplamakla mümkündür. Bunun yolu ise nefesi hap- 1 setmek ve zikrin adedine riayet etmektir.
Vukuf-u kalbi: Kalbin farkında olmak, kalpte olanı bilmek.
Allah yolunun yolcusu, kalbini sürekli murakabe halinde tutmalı, neyle meşgul olduğundan gafil olmamalıdır.
Zikrederken kalbinin gerçekte neyle meşgul olduğunu bilmeli, zikrettiği sözün manasından gafil olmamalıdır.
Nasihatleri ^
“Yavrum, sana ilim tahsili ile edeb öğrenmeyi tavsiye ederim.
Hemen her zaman Allah-u Teâlâ’mn huzurunda p duğunu bil ve dikkat et. Geçtiğimiz asırlardaki büyük âlimlerin izini bırakma.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin sünnetine uygun davran. O sünnetin hakiki uygulayıcısı olan Ashab-ı Kiram’m davranışını da gözünden uzak tutma.
Fıkıh ve hadis öğren. Cahil tarikatçılardan sakın. Şöhret peşinde koşma, şöhret afettir ve çok tehlikelidir. Hemen her halinle insanlardan biri gibi yaşa. Namazım her zaman cemaatle kılmaya gayret et.
Bid’at sahibi sapıklar ile ve dünyaya düşkün kimseler ile arkadaşlık etme. Din dışı hareketleri ile meşgul, sözünü bilmeyen kimselerle de arkadaşlık etme.
Az konuş, az ye, az uyu. Oturmak için daha çok ıssız yerleri tercih et. Helal yemeye çok gayret eyle. Şüpheli şeyleri terk et. Çok kere dünyalık isteği sana ağır basar. Ağır basan bu talep için yola düşersen, dinin elden gider.
Çok gülme, çok gülmek kalbi öldürür.
Kimseyi hakir görme. Kimse ile münakaşa etme. Kimseden bir şey isteme. Hiç kimseye sana hizmet etmesi için emir verme.
Tasavvuf büyüklerine dil uzatma. Onları inkar eden felakete düşer. Gözlerin yaşlı, amelin temiz olsun. Sermayen fıkıh ve din bilgisi, evin mescid olsun.”
Abdulhalık-ı Gücdevânî rahmetullahi aleyhi, Silsile-i Âliyye’de emaneti, Yusuf-u Hemedani rahmetullahi aley- hiden almıştır.
Allah-u Teâlâ sırrım yüceltsin.
KAYNAK: Cennet Yolunun Rehberi /Seyda Muhammed Konyevi