İnsan, kendisini büyük görmedikçe; onda kibir olmaz. Kendini büyük görmek için de kendisinde kemal sıfatlarından birinin bulunmasına inanmış olması gerekir. Kemal sıfatları ise dini ve dünyevi olmak üzere iki kısımdır.
Dini kemal, ilim ve ameldir. Dünyevi üstünlük sıfatları ise asalet, güzellik, kuvvet, servet ve nüfuz gibi şeylerdir.
1- İlim: İlim sahibi olan kişi, hemen ilmin şerefiyle şereflenmek ister. Kendisini büyük görerek, diğer insanları hakir görmeye başlar. Her yerde, insanlardan saygı ve hürmet bekler ve gördüğü saygı ve hürmetin kendi hakkı olduğunu düşünür.
Bu, ilim sahibi kişinin dünyevi açıdan yaptığı kibirdir. Ahiret bakımından da ilmi sayesinde kendisini Allah-u Zülcelal’e herkesten daha yakın görür. Kendisini daima üstün olarak görüp, başka insanlar için endişelenir; fakat kendisini emniyette hisseder.
Oysa gerçek ilim, insanın kendisini ve Rabbini bilip, son nefesinde dünyadan imanlı olarak mı, yoksa imansız olarak mı ayrılacağından korkmasıdır.
İşte, bu hakiki ilim, insanın emin olmasını değil, Allah-u Zülcelal’den korkmasını, tevazu ve huşuunu arttırır. Gerçek ilim sahibi, bu ilim nimetinin şükrünü hakkıyla yerine getirmediğini ve Allah-u Zülcelal’in; “Sana verdiğim ilim ile ne yaptın?” diye kendisini sorguya çekeceğini düşünerek, herkesi kendinden hayırlı görendir. Onun için Ebu’d Derda radıyallahu anhu buyurmuştur ki; “ilmi çoğalan kimsenin, sancıları çoğalır. ”
Demek ki ilim, kibrin en büyük sebebidir. Huzeyfe radıyallahu anhu bir gün cemaate namaz kıldırıp selam verdikten sonra, dedi ki: “Bundan sonra kendinize ya başka bir imam bulursunuz, yada namazınızı yalnız başınıza kılarsınız. Ben bir daha imamlık yapmam. Çünkü namaz kıldırırken, aklımdan; “Bu cemaatte imamlığa benden daha layık kimse yok” diye bir düşünce geçti. Bu da kibir alametidir. Onun için bir daha imamlık yapmam.”
Onlar, Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerini ince ince yerine getiriyorlardı. Buna rağmen, kendi üzerlerinde bir muhafız gibi davranıyorlar ve kalplerini daima kontrol ediyorlardı. Onların bu hallerinden gücümüz yettiği kadar ibret almamız lazım. Çünkü Allah-u Zülcelal, saniyesi saniyesine kalbimize muttalidir, vakıftır. Kalbimizde olan biten herşeyden haberdardır.
Allah-u Zülcelal, bütün dünyayı Hz. Süleyman aleyhisselamın emrine vermişti. Süleyman aleyhisselam bir gün, memleketine şöyle bir göz atınca, kalbi memleketine meyletti, ondan hoşlandı. Bunun üzerine, Allah-u Zülcelal rüzgara: “Onun elbiselerini kaldır” diye emretti. Rüzgar da onun elbiselerini havaya uçurdu ve Süleyman aleyhisselamın avret yerleri açıkta kaldı. Süleyman aleyhisselam rüzgara: “Ey rüzgar! Elbiselerimi yerine getir!” diye emretti. Rüzgar da: “Sen de kalbini yerine getir.” diye, cevap verdi.
- Amel ve ibadet: Amel ve ibadet sahipleri, başkalarına böbürlenme rezaletinden kurtulamazlar. Oysa bazı evliyalar: “Amelin meyvesi, tevazudur” demişlerdir. Onun için insan, yaptığı ibadetten dolayı kendisine bir kibir ve büyüklenme geldiğini gördüğü zaman, hemen kendi kendini kontrol edip, o halinden ve o ibadetinden dolayı da AHah-u Zülcelal’e karşı tevbe etmelidir.
- İnsanların helak olduğunu ve yalnız kendisinin kurtuluşa erdiğini sanmaktır: Halbuki esas helaka uğrayanlar, bu düşünceyi taşıyanlardır. Nitekim, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem birhadis-i şeriflerinde; “İnsanlar helak oldu!’Diyeni duyduğunuz vakit, (iyi bilin ki) ası/ helakte olan kendisidir. ” (Müslim)Başka bir hadis-i şeriflerinde ise: “Bir kula, din kardeşini hakir görmesi, kötülük olarak yeter.” (Müslim)buyurmuştur.
Bir rivayette şöyle geçmektedir: İsrailoğulları zamanında, kötülüğü ile meşhur bir adam vardı. Herkese zulüm yapardı. Bir gün, bir abidin yanından geçerken, kendi kendine: “Bu da Allah’ın kulu, ben de Allah’ın kuluyum. Bu iyi bir insan, bense kötü bir insanım. Bunun yanında biraz oturayım, belki Allah-u Zülcelal onun hürmetine beni de affeder.” dedi ve o abidin yanma oturdu.
Abid onu görünce: “Bu kötü insan kim oluyor ki benim yanıma oturuyor” diye, kibirlendi ve onu yanından kovdu. Bunun üzerine, Allah-u Zülcelal o zamanın peygamberine şöyle vahyetti: “Her ikisinin de geçmişini yok ettim ve o adamı da affettim.”
Şunu çok iyi bilmek lazımdır ki, kim kendisini başkasından üstün görürse bu cehaleti sebebiyle bütün amelini mcdıvetmiş olur.
- Asaletle övünmektir: Asil bir aileye mensup olan kimse, kendisi gibi olmayanları hakir görür. Hatta ilim ve amelde kendisinden üstün olsa da ona kıymet vermez.
Bir gün Hz. Ebu Zer radıyallahu anhu ile Hz.Bilal radıyalla- hu anhu şiddetli bir tartışmaya girişmişlerdi. Ebu Zer radıyallahu anhu, Bilal’e radıyallahu anhu: “Kara kadının oğlu” dedi. Bilal ra- dıyallahu anhu da bu sözünden dolayı onu Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme şikayet etti.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, Ebu Zer’e; “Söylediğin bu söz, cahiliyet dönemindeki kibirden kalbinde kalan bir şeydir.” dedi. Bunun üzerine, Hz. Ebu Zer, kendini yere attı ve Hz. Bilal ayağı ile kafasına basıncaya kadar, başım yerden kaldınnamaya yemin etti.” (Buhcm)
Yine, iki kişi Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselle- min huzurunda birbirlerine üstünlük taslayarak tartışıyorlardı. Biri dedi ki: “Ben falancanm oğluyum. Sen kimsin? Senin annen bile belli değildir!” Bunun üzerine Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “Musa aleyhisselamm yanında iki adam böyle birbirlerine karşı övünmeye kalkıştı. Hatta birisi dokuz batın geriye kadar saydı. Allah-u Zülcelal Musa aleyhisselama şöyle vahyetti: “Ey Musa! Ona söyle, iftihar ettiği dokuz kişi cehennemdedir. Kendisi de onuncusudur.” (İbni Mübarek)
5- Güzellikle övünmek: Bu daha çok kadınlarda görülür. Bu da başkalarım ayıplamaya, küçük düşürmeye ve gıybete sebep olur. 6- Servet ile övünmek. 7- Kuvvet ile övünmek. 8- Nüfuzuyla övünmek: Adamlarının, yardımcılarının, akraba ve çocuklarının çokluğu ile kibirlenmektir.
KAYNAK: Cennet Yolunun Rehberi /Seyda Muhammed Konyevi